Toprak gerçekten çekiyor.
İster o topraklarda büyüyün, ister büyümeyin, hiç fark etmiyor, toprak bir şekilde çekiyor. İçinizde o toprakların büyüsü, kokusu varsa tabiki...
Annemin, babamın, anneannemin, babaannemin, dedelerimin, amcalarımın, halalarımın doğup büyüdüleri topraklar...onların verdiği nasihatlerle, öğretilerle büyümüşken, onların ninnileriyle, türküleriyle uyuyup onların yemeklerini yiyerek büyümüşken o topraklar nasıl çekmesin beni.
5 yıl öncesine kadar her ne kadar bir köyümüz olduğunu bilsem de orada evimiz olmadığı için gidip gelmezdim. Sadece bir kere 11 yaşındayken gitmiştim, çocuk aklımla bir türlü rahat edemeyip nasıl kaçacağımı şaşırmıştım.
5 yıl önce ailecek karar alındı ve oraya bir ev yapıldı, o evin yapılışı bir dönüm noktası gibi oldu. O ev yapıldıktan sonra, yıllardır gitmediğim köyüme tekrar gittiğimde o zaman daha iyi anladım o toprağa ait olduğumu, o kokuyla bütün olduğumu. Şimdi ise, her fırsatta o toprak beni kendisine çekmek istiyor. Her fırsatta kaçmak istiyorum şehrin gürültüsünden, kalabalığından, samimiyetsizliğinden, pis kokusundan, kirli havasından, o tertemiz ot kokusunun olduğu, ailemin geçmişinin olduğu köyüme.
Kalabalık ailelerde yaşayanlar bilir, bir gün düğün haberi gelir, bir gün doğum haberi, bir gün ölüm haberi. Kimi haber sevindirir, kimi haber üzer, adına hayat denir, geçilir. Üzülsek de sevinsek de üç gün yaşayıp gideceğimiz bir dünyada olduğumuzun farkına varılır bir şekilde.
Sivas'ıma en son gidişim, yine üzücü bir haber vesilesiyle oldu. Kader diyoruz, kısmet diyoruz, Allah'tan hayırlısı hepimiz için. Ama yine de oranın o kokusu var ya, o tertemiz ot kokusunu içime çektim ya, sanki bir başka döndüm buraya. Gelirgelmez hasta olmama rağmen, kendime geldiğimde farkettim ki, belki de o doğa kokusunun sayesinde bu hastalığı da atlattım. Hastalığımda yiyebildiğim üç beş yemeğin hepsi de annemin ellerinden yapılmış köy yemekleriydi.
Hep yaz mevsiminde gitmiştim şimdiye kadar köye, sonbahar'da hiç tatmamıştım tadını. Meğer daha bir güzelmiş bu mevsimde. Güneş batar batmaz buz gibi olan havayla birlikte yakılan sobaları özlemişim. Hele o sobanın içindeki fırında yapılan patatesler...bir patates bu kadar mı keyifle yenir!
Oradaki doğallığı çok seviyorum, her gidişimde büyülenip, tekrar gideceğim günü hayal ediyorum. Kim bilir bir sonraki gidişim ne zaman olacak, bu şehir telaşında, iş güç koşturmacasında kim bilir ne zaman bir daha fırsat olacak.
Yine sonbahar olsun istiyorum. Yazın çok sıcak ve çok kalabalık, kışın çok soğuk, öyle soğuk ki musluklardan su bile akmıyor, hani şu meşhur Sivas soğuğu, insanın kanını donduran.
En güzeli sonbahar'da gitmek, daha sessiz, daha huzurlu, daha özgür...