29 Ağustos 2011 Pazartesi

İYİ BAYRAMLAR

Bu yıl Ramazan Bayramı'nın ilk günü, Zafer Bayramı'mızı kutladığımız 30 Ağustos'ta kutlanacak. Bir nevi çifte bayram.

Hatta üçüncü bir bayram daha var diyebiliriz. Malum bu yıl 9 günlük tatil oldu aynı zamanda. İşlerinden bir türlü izin alamayan, ya da doğru düzgün tatil yapamayan birçok insan için ekstra bir bayram oldu bu tatil. Hatta yollarda iki gün boyunca uzun kuyruklar yaşandı, herkes bir yerlere gitti. Öncelikle tatil yapanlara güzel bir tatil, kazasız belasız dönüşler diliyorum. Lütfen yollar kan gölü olmasın.

Ben bir yere gitmedim. Daha geçtiğimiz ay çok uzun bir tatil yaptığımdan olsa gerek, tatile de yolculuğa da doymuşum. Ailem Sivas'ta, aslında oraya gidebilirdim, ama kedimi yalnız bırakıp oraya gitmeye de gönlüm razı gelmedi. Velhasıl, kedimle başbaşa son iftarımızı yapıcaz, sonra da bayram günü klasik akraba, eş dost ziyaretleri ile geçecek.


30 Ağustos sabahı her yıl olduğu gibi Zafer Bayramımız törenlerle kutlanacak. Ben de oturup televizyondan bu törenleri izleyeceğim önce. Özellikle şu uçak gösterilerini izlemeyi çok seviyorum. Bir yandan da marşlar çalarken, ne yalan söyliyim bazen çok duygulanıyorum gözlerim doluyor.

Bize bu özgürlüğü bıraktığı için, bu bayramları yaşattığı için ulu önderimiz Mustafa Kemal Atatürk'e binlerce kere şükürler olsun. Gerçi son günlerde pek zafer ortamı kalmadı ülkemizde. Her gün başka bir acı haber, gözyaşı geliyor bir yerlerden.   Diyecek bir şey yok. Memleketi yönetenlerin gözü kör değil, görüyorlar elbet. Ama nasıl oluyorsa çözemiyorlar...

Herşeye rağmen, bu topraklarda ne yaşıyorsak, hiçbirini yaşayamıyor olabilirdik. Ata'mıza şükürler olsun ve Zafer Bayramımız kutlu olsun.

Tatil yapanlara huzur dolu bir tatil olsun.

Evinde kalanlara da, büyüklerin ellerinin öpüldüğü, şekerlerin, çikolataların, baklavaların, zeytinyağlı dolmaların sağlığı bozmayacak bir ayarda yendiği, mutlu bir bayram olsun.

Hepimize İyi Bayramlar...

Ramazan'ın Sonu

Her yıl Ramazan ayı başladığında, koskoca bir ay nasıl geçecek diye düşünürüm bir an. Ama her seferinde de aynı şey olur, bir bakmışım ki bir ay gelmiş geçmiş, bayram kapıya dayanmış. Yine aynısı oldu ve Ramazan'ın son günü geldi.

Oldum olası Ramazan'ları severim. Oruç tutup, bedeni esir alan arzulardan arınıp, ruhun derinliğine inmek, ruhla bedeni tam anlamıyla buluşturmak...

Sadece İslam'da değil bütün dinlerde bulunan ama farklı şekillerde uygulanan orucun temel amacı bu aslında. Bedenin arzularını bedene unutturmak, aslında bedenin bir hiç olduğunu hatırlamak ve bu hiçliği daima akılda tutmak. Zira Mevlana'nın da dediği gibi "Varlık hiçlikle başlar"...

Dilerim ki, bir ruhumuz olduğuna inananlar bunu sadece oruç dönemlerinde değil, her daim hatırlayıp bedenlerine ruhlarının ışığı altında tertemiz, güzel hayatlar yaşatsınlar.

Bu temiz, güzel ayda ettiğimiz tüm iyi niyetli duaların kabul olması dileğiyle, nice Ramazanlara...

28 Ağustos 2011 Pazar

Aşk

Aşk acayip bişey.

Bence sadece hissedilebilir. Anlatılması imkansız ve anlatmaya çabalamak gereksiz. Sessizliğin içinde iki kişinin gözlerine baktığında, nefeslerini duyduğunda, ufacık bir dokunuşta hissettikleri şiddetli duygu. Gözlerinin içinde kaybolup gitmek, herşeyi bulmak, bütün hayatın anlamını bulmak, eksiklikten kurtulup, bütün olduğunu hissetmek...

Neil Sadaka yıllar önce söylediği bu şarkıda, o kadar basit ve o kadar saf bir şekilde dile getirmiş ki bunu, aşık olmayan bir insan bile bu melodiyle, bu sözlerle, bir de Neil Sadaka'nın tatlı sesiyle birlikte o duyguları yaşıyor. Hatta kimi zaman kalkıp dans etmek bile istiyor.

Tüm aşıklara, ya da aşık olmayan ama yürekleri hep aşk için çarpanlara, aşkı arayanlara gelsin bu şarkı.




Değişim

"İnsan 7'sinde ne ise, 70'inde de o'dur."

Ne kadar güzel ve doğru bir atasözüdür bu. Ama bu atasözündeki kasıt, insanın karakteristik özellikleridir. Şöyle bir kendimize, çevremize bakıp ele aldığımızda hemen onaylarız zaten bu atasözünü.

-İnatçı
-Huysuz
-Yumuşak huylı
-Obur
-İştahsız
-Dik kafalı
-Tutumlu
-Savurgan
-Bencil
-Sencil
...

İnsan 7'sinde bu özelliklerden hangisine sahipse, 70'ine kadar bu özelliklerin sınırlarında yaşayıp gidiyor hayatını.

İyi güzel anladık, karakter hep aynı, hep bizimle. Ama bu insan denen şey, her saniye herbişeyin değişip yerinden oynadığı bu dünyada nasıl ayakta kalıyor?

Ayakta kalıyor...Çünkü değişiyor...

Çünkü öğreniyor...her gün yeni bir şey öğreniyor...değişiyor.
Deneyimliyor...her gün yeni bir şey deneyimliyor...tekrar öğreniyor.
Ve her deneyimden sonra başka bir insan oluyor. Bazı deneyimler olgunlaştırıyor, bazı deneyimler çocuklaştırıyor mesela. Her istediğinin yapıldığı, el bebek gül bebek misali şımartılan bir ilişkiyi deneyimleyen kadın veya erkek her kimse, biraz da şımartılmanın etkisiyle çocuklaşıyor. Bir çocuk ne kadar bilinçsizse, o kadar bilincini kaybedebiliyor. Veya tamtersi, bir ilişkide sürekli verici rolünü oynayan bir kadın veya erkek, gün geçtikçe daha da kaybediyor çocukluğunu, olgun, ağır bir insan oluyor. Hatta bazen arkadaşlara karşı da aynı roller benimseniyor. Kimisi şımarık bir rol benimsiyor, hep kendi beklentilerinin olmasını isteyen; kimisi verici rolü benimsiyor, hep vermesi gereken, koşması gereken. Bunlara bağlı olarak insan yine değiişiyor. Zaman içerisinde, insanlara nasıl davranması gerektiğini öğreniyor, ya da öğrenmeye çalışıyor en azından. Öğrendikçe değişiyor.

Ya da bir gün bir bakıyor,  saçmasapan bir hastalık musallat oluyor. O güne kadar yorulmak nedir bilmeyen bir insan belki. Ama artık yoruluyor. Hem de çok yoruluyor. Eskiden sürekli koşuşturan biriyken, artık bol bol dinlenmesi gerekiyor. Dinlendiği süreçte düşünüyor, okuyor, izliyor, öğreniyor. Çevresine bakıyor, kim var kim yok. Kim yanında, kim değil. Yanında olanlara da olmayanlara da tutumu değişiyor. En önemlisi hayata karşı tutumu değişiyor. Kendine karşı tutumu değişiyor. Adeta yönü değişiyor. Eskiden olduğu gibi yine inatçı belki, yine obur, yine tezcanlı belki. Ama bu karakter özelliklerinin hepsini, artık başka bir yöne taşıdığı hayatında yaşıyor. Belki de bambaşka yerlerde, bambaşka insanlarla. Sınırı yok değişimin.

Bir anlık kararla insanlar okullarını, mesleklerini bırakıp bambaşka yönlerde yürümeye başlıyor. Bazen içlerinden gelen çok büyük bir istek bunu yaptırıyor, bazen de yaptıkları şeye duydukları nefret, yaşadıkları sıkıntılar canlarına tak etme noktasına getirip bunu yaptırıyor. Sonuçta bambaşka bir hayat başlıyor.

Dünya dönüyor, dünya değişiyor, renkler değişiyor, çevre değişiyor, koşullar değişiyor, zevkler değişiyor, alışkanlıklar değişiyor, tutumlar değişiyor, beklentiler değişiyor, arzular değişiyor, hayaller değişiyor...herşey değişiyor. Dilerim ki güzel bir dünya yaşansın ve güzel değişimler yaşansın...


25 Ağustos 2011 Perşembe

Düşler...


Geçtikçe şu günler

Anladıkça hayatı

Birçok şeyin değeri

Küçüldükçe küçülür
 
...
 
 
 
 
 


22 Ağustos 2011 Pazartesi

Bir kedi...

Kimileri kediye nankör der, kimisi kediden özellikle nefret eder...

Benimse hayatım boyunca en vefalı dostlarım kedilerim oldu. Ne sağlığımda, ne hastalığımda, ne üzüntümde, ne sevincimde yalnız bırakmadılar beni. Hele hele son 4 yıldır hayatımda olan bir tanesi var ki...o benim canım, arkadaşım, dostum, oğlum, eğlencem, neşem, can yoldaşım.

Hayatımın en boktan günlerini yaşarken, bir parça bana can olur diyerek evdekileri zar zor ikna etmemle oğlumu eve getirmem bir oldu. Ve o gün bu gün, adını "Can" koyduğum bu dünya tatlısı oğlan bana can yoldaşı oldu.


Kediler çok enteresan varlıklar. Hayvan demiyorum özellikle, zira bazen içlerinde küçük birer insan gizlenmiş de bizi seyrediyor gibi hissediyorum. Ayrıca hepsi insanlar gibi farklı farklı karakterlere sahip. ve çok ilginç bir şey var gözlemlediğim, benzer karakterdeki kediler ve sahipler bir şekilde birbirlerini buluyor ve birlikte yaşıyorlar. Eğer karakterler uyuşmuyorsa, bir şekilde o kedi o evden bir süre sonra ya uzaklaşıyor, ya uzaklaştırılıyor, yerine evin sahibinin karakterine uygun bir kedi mutlaka geliyor. Enerji yasası mı desem, çekim yasası mı desem bilemiyorum, ama gizemli bir olay var bu kedilerde, çok özel hayvanlar, bu yüzden diyorum ya enteresan varlıklar... 

Bir kedi için en önemli şey güven duygusu. Hani bizim insanlar olarak pek vermeyi beceremediğimiz. Kendimiz güven vermeyi beceremediğimiz yetmezmiş gibi, sadece güven isteyen varlıkları nankör ilan ederiz. Neyse efendim, kedicikler güven duymadan yaşayamazlar. Bulundukları ortama, sahibine, evindeki en küçük eşyaya varana kadar herşeyi tanıyıp sindirip bir tehlike olmadığını anladıktan sonra ancak güven duyabilirler. Dolayısıyla bu bir süre gerektirir. Ve yine dolayısıyla en ufak bir değişiklikte kedinin güven duygusu kaybolduğundan kedi de kendini kaybeder. Kendini kaybettiği için de bırak sahibini tanımayı, gözü dünyayı bile görmez hayvancağızın.


Benim muzur canımı örnek vermek istiyorum. Kendisi şimdiye kadar beslediğim en sevgi dolu kedi. En cana yakın. Bazı kediler eve gelen giden oldumu saklanırlar bir köşeye çıkmazlar. Benimkisi tam tersine, acaba hangisinin ayağını koklasam, hangisine kendimi sevdirsem, Allah'ım hangisi benle oynar acaba diye deli divane olur insanların tepelerinde bile dolaşabilir ve ne yapar yapar kendini sevdirir :) E tabi bu sevimliliğinin yanında yaramazlıkları da var oğlumuzun, ama onları gözümüz görmüyor çok sevdiğimiz için :)) Ama bu sevimli oğlan gelgelelim ki evde en ufak bir tadilat olsun, en küçüğünden yeni bir eşya alınsın, en hızlısından bir temizlik yapılsın, kendini kaybediyor. Sanırsınızki Can gidiyor, yerine bambaşka bir hayvan geliyor. Ciddi ciddi hastalanıyor. Hatta temizlik veya tadilat her neyse artık, uzun süren birşey ise, gerçekten hasta oluyor ve bir süre sonra kusmaya başlıyor. Yüzümüze bakmıyor. Yanımıza gelmiyor. O neşe dolu oğlan gidiyor, gudubet bir herif geliyor. Ama ev düzene oturup, Can herşeyi güvenli hissetmeye başladığı zaman değmeyin keyfine. Hasta olup 1 hafta yataktan çıkmasam, o da benimle beraber yatıyor, kalkıp oyun bile oynamıyor ben hastayken.

Velhasıl kedilere nankördür deyip bilip bilmeden günahlarını almayın. Kedinin doğasını kabullenmek önemli olan ve onlara ihtiyaç duydukları güvenli, sevgi dolu ortamı sunmak. Keşke insanlar da onlar kadar duyarlı ve vefalı olabilseler...



21 Ağustos 2011 Pazar

30 Yaş

Aslında epey oldu 30 yaşımı dolduralı, yani epey derken 3-4 ay arası birşey sadece:) Ama daha yeni yeni sindiriyorum, yeni yeni farkına varıyorum sanırım. Hoş öyle bişey de olmuyor zaten 30 yaşını doldurunca ama malum vardır ya hani öyle bir limit. Daha doğrusu varmış, ben yeni öğrendim, etrafımdaki harala gürele telaş içindeki insanları seyre dalmışken.

Meğer insanların 30 yaşına gelene kadar tamamlamış olmayı planladıkları hedefleri varmış, hatta hedefler listesi. İş hayatında hedefleri, planları anlıyorum ama, insan kendi hayatını nasıl sayısal hesap yapar gibi günü gününe planlayabilir ki? O planlar ters teperse nasıl bir hayal kırıklığı olur, nasıl üstesinden gelinir kırık parçaların?

Birkaç ay önce bir arkadaşımla yurtdışı seyahatinden dönüşünün ertesinde görüştük ve derin bir oh çekti. "Hele şükür 30'uma gelmeden yapmam gereken herşeyi yaptım" dedi. Yapması gereken bu şeylerin ne olduğunu sordum: "Evlenmek, çocuk doğurmak, yurt dışı gezisi yapmak" dedi. "Peki mutlu musun?" diye sordum. "Hayır" dedi.



Belki de kendini 30 yaş limitine öyle bir şartlamıştı ki, karşısına çıkan ilk adamla evlendi. 5 yıl sonrasında oturup baktığında ise elde sadece pişmanlık, doyuma ulaşmamış yüzlerce duygu, keşfedilmemiş yüzlerce deneyim kaldı. Aklı dışarda, ruhu dışarda, tadılmamış deneyimlerin merakı zihinlerde. Tabi bu kadar tilki insanın zihnini kurcalarken mutlu olmak ne mümkün.

Yaşımız, hedeflerimiz, hayal kırıklıklarımız, limitlerimiz, olmazsa olmazlarımız, bir an önce olsun telaşımız....hepsi egomuzun oyunu...ah bir barışabilsek onunla.

30 yaşında olsak ne olacak, 40 yaşında olsak ne olacak? Tek fark bedenimizin biraz daha yıpranmış olması. Peki ya ruhumuz? Aslında bu kadar mutsuzlukların temel sebebi, yavaş yavaş hepimizin ruhlarını unutmuş olması. Hatta tabir-i caizse, birer ruhsuzlar ordusu haline gelmemiz. Herşeyin yalnızca görev ve gereklilik çerçevesinde yapılması gerektiğini düşünen bir beden ve unutulan bir ruh.

Hepimiz taşıdığımız bedenlerde ruhumuzun deneyimlemesi gereken sınavları yerine getirmesi için yaşıyoruz aslında. Kimisinin deneyimi annelik, kiminin babalık, kimisinin hastalıklı ilişkiler, kimisinin parasızlık, kimisinin hastalık....ve eğer bir deneyimi ruhumuza bu bedende yaşatmamız gerekiyorsa ister 30 yaş olsun ister 20 yaş ister 40 yaş farketmez, illaki o deneyim yaşanır.

Bu yüzdendir ki en güzeli, kendimizi biraz olsun hayatın akışına bırakabilmek. Azıcık hırslardan arınıp, limitleri bir kenaya koyup şu anda yaşadığımız anı daha güzel yaşamanın derdinde olmak, dış dünyanın sesi yerine ruhumuzun sesini dinlemek, biraz olsun teslim olmak, bedenimizin kaç yaşında olduğunun bir önemi yok. Olması gerekenler yolunu bulup bir şekilde oluyor zaten...


19 Ağustos 2011 Cuma

Blogger'ın "N" leri

Blog yazarları arasında kısa süreli bir çalışma başlamış. Herkes kendi N'lerini belirliyor ve sürenin sonunda blogger'ın "N" leri seçiliyor. Bu seçim nasıl yapılacak bilmiyorum tam olarak ama sevgili crazywoman bana da kendi N'lerimi belirlemem için görev verdi, malum benim de boynum kıldan ince, hemen yazıyorum.

İşte benim "N" lerim:

En İyi Tasarıma Sahip Blogger : Cep Aynası

En Güncel Blogger : Deep, Cep Aynası

En Çok kendini anlatan blogger : Çello Çalan Kedi, Mia Wallace

En Akıcı Yazan Blogger : ronizeryan, Crazywoman, Çello Çalan Kedi

En Çok Güldüren Blogger : Crazywoman
(Beni bitek rosemary güldürüyor, varlığı yetiyor gülümsemem için)

En Aşık Blogger : Begonvilli ev, Mia Wallace, Holywitch

En Çok Eleştiren Blogger : Holywitch

En Çok Bilgilendiren Blogger : Begonvilli Ev
 
 
PS: Bir de birincises'in ricası üzerine yazıların sonuna eklememiz gereken bir not var, aynen kopyalayıp yapıştırıyorum.
 
Her türlü soru, istek ve şikayetlerinizi birinceses@gmail.com adresine mail olarak atabilirsiniz. Ayrıca soru sormak için Formspring hesabımı, kısa yorumlarınız için deTwitter hesabımı kullanabilirsiniz. Mim ay sonuna kadar devam edecek ve bayramın ilk günü Blogger N'lerini seçmiş olacak. (Bu kısmı yazdığınız yazıların altına kopyalarsanız çok memnun olurum.)
 
 
Herkese kolay gelsin!
 
 
 
 

Mimler de Olmasa Vay Halimize

Hayatımın en tembel dönemini geçirdiğim şu günlerde bloguma da uğramıyorum malesef. Sağolsun dostlar arada bir mimliyor, ben de bir zahmet kılımı kıpırdatmaya başlıyorum.

Yazılarını beğenerek takip ettiğim sevgili tunes beni mimlemiş. Mimin konusu şöyle:
"Çok beğendiğiniz, izlemekten asla sıkılmayacağınızı düşündüğünüz 3 filmi, neden bu kadar beğendiğinizi de açıklayarak yazın''

Öncelikle şunu belirtmek istiyorum. Film hastası bir insan değilim. Çok uzun bir süre sinemaya gitmeden yaşayabilirim ve eksikliğini de hissetmem. Örneğin tam 1 sene olmuş en son sinemaya gideli, hatta Inception'dı sinemada en son izlediğim film :) Şu anda mesela biriniz beni arasanız deseniz ki "haydi springoss gel senlen sinemaya gidek" ben muhtemelen nazlanırım, eğer mümkünse bişeyler yiyip içip sohbet etmeyi veya denize karşı bir yerde oturup doğayı seyretmeyi tercih ederim. Arasıra çok güzel yapımlar geldikçe de tek başıma dahi olsam gider izlerim, orası da ayrı mevzu.

Çok fazla filme gerek duymayışımın nedenlerinden biri de aslında bir filmi sevdiğim zaman o filmi defalarca izleyebilme kabiliyetine sahip olmam. Kabiliyetsizlik midir, kabiliyet midir onu bilemem tabi. Zira bir filmi izleyince çoğu sahnesini unutuyorum ve sonraki izleyişlerimde sanki ilk defa izlemiş gibi olabiliyorum :)
Ama genelde defalarca üstüste sıkılmadan izlediğim filmler ise beni güldüren, rahatlatan, eğlendiren filmler oluyor. Eğer bir filmde beni güldürdüyse, o filmi 50 kere de olsa sıkılmadan izleyebilirim. Çok severek izlediğim psikolojik filmler de oluyor, ama açıkçası onları 50 defa izleyemem, 30-40 defa belki :) Ancak komedi filmlerini üstüste sıkılmadan izleyebilirim. Bu filmler arasından üç tane seçmem gerekirse, sıralamam şöyle olur efendim:

1 numero: Herşey çok güzel olacak
Cem Yılmaz ve Mazhar Alanson'un oynadığı bu filmi kaç kere izlediğimi hatırlamıyorum bile. Bugün getirin önüme yine izlerim, yine gülerim. Zaten Cem Yılmaz'ı gördüğüm her yerde gülerim, bu filmde Mazhar'la aralarındaki ilişki ve Mazhar'ın mükemmel sesiyle birlikte oyunculuğu da eklenince, hergün izlesem yine sıkılmam.

2 numero: Hababam Sınıfı
Kimse tutup da bu listeye bu filmi yazmaz herhalde ama tutamadım kendimi. Çocukluğumuzdan beri kaç kere yayınlamışlardır bu filmi televizyonda acaba? Yine televizyonda kanalları değiştirirken karşımıza çıktığında şöyle bir gözatarız hababam sınıfına. Ben se oturur baştan sona izlerim büyük bir keyifle. 30 senedir izliyorum sıkılmadım. Bu saatten sonra da sıkılmam herhalde :)

3 numero: Organize İşler
Bu filmde bir replik var. "Araba nerde, müşteride, para nerde, yarın verecek, araba nerde..." diye devam eden. Hah işte bu replik sevdirdi bu filmi bana ve çok güldüm. O gün bugün izliyorum, sıkılmıyorum, ve hep gülüyorum :)

E bari ben de mimleyeyim biraz, sizi gidi mimlenesiceler sizi :)


Hadi bakalım gençler pamuk eller yazı yazsın...

Sevgiler...