2 yılı aşkın bir süredir merkezi Lüksemburg'da olan bir firmada çalıştığım için sık sık gitmem gereken bir yer oldu Lüksemburg. Geçtiğimiz gün yine arkadaşımla konuşurken bir sonraki seyahat planım vesilesiyle bahsi geçti ve arkadaşım Lüksemburg'un ülke olduğunu o anki konuşmamız sırasında öğrendi ve çok şaşırdı. Ben de bunun üzerine böyle bir ülkenin varlığından haberi olmayan birçok insan olabileceğini düşünerek birkaç satır hakkında yazayım istedim.
Evet, Lüksemburg küçük de olsa bir ülke. Avrupa'nın batısında, Belçika, Fransa ve Almanya ile çevrili, yaklaşık 500.000 kadar nüfusu olan, küçük ama zengin bir ülke. Zenginliği şöyle ki, dünyadaki kişi başı milli gelir düzeyi en yüksek olan ülkelerin başında geliyor. Ayrıca dünyada düklükle yönetilen tek ülke.
Lüksemburg, konumu ve sağladığı vergi avantajları sebebiyle bugün Avrupa'nın bir nevi ticari merkezi olmuş durumda. Birçok büyük firmanın yönetim ofisinin Luxembourg'da yerleştiğini görebilirsiniz. Bu yüzden haftaiçi gün içerisinde ülkeye Belçika, Fransa ve Almanya'dan her gün 1 milyon civarında insan çalışmak için geliyor. Tabi ülkenin nüfusunun 500.000 olduğunu düşününce, her gün ekstradan gelen 1 milyon insanın oluşturduğu trafiği de hayal etmek pek zor olmasa gerek.
Her gün diğer komşu ülkelerden gelen insan sayısına dikkat edince, ülkenin kültür açısından ne kadar karışık bir yer olduğu rahatlıkla anlaşılabilir. Öyle ki, Almanca, Fransızca ve Lukemburgca olmak üzere 3 resmi dili mevcut ülkenin. Altı üstü 500.000 kişinin yaşadığı bir yerde üç resmi dil...Fakat benim gözlemlediğim Fransızca en çok konuşulan dil. Malum, Belçika ve Fransa'dan gelenler de zaten Fransızca konuştuğu için çoğunluk Fransızca konuşuyor. Bundan olsa gerek, restoranlarda ve birçok mekanda menüler hep Fransızca olarak geliyor. Ben de ne çok severim ya Fransızcayı(!). Neyse ki, çoğunluk aynı zamanda ingilizce'yi de rahat bir şekilde konuşuyor, o yüzden Fransızca bilmeyince de pek sıkıntı yaşanmıyor.
Çeşitli milletlerin gün içerisinde bir araya toplandığı bu küçük ülkede benim en çok dikkatimi çeken ve beni rahatsız eden şey sanki kendine has bir kültürünün ya da ruhunun yok gibi oluşu. Normalde nereye gidersem gideyim, her şehrin kendine ait bir ruhunun olduğunu hissetmişimdir. Kimi şehrin ruhu cıvıl cıvıldır, kimisinin ruhu yorgundur, kiminin üzgündür kiminin mahsundur ama bir ruhu vardır. Fakat çok enteresan, ben bu ruhu ülkenin başkenti olan Luxembourg City'de bile hiçbir zaman hissedemedim. Adeta kendimi arafta gibi hissediyorum bu ülkeye her gidişimde. Benim gibi hisseden birkaç kişiye daha şahit oldum. O yüzden yalnız değilim biliyorum.
Ülkenin ticari portresinden dolayı pek bir turistik yanının olmadığını söyleyebilirim. Yani öyle ah gideyim de şu Lüksemburg'u da göreyim denebilecek bir yer değil bence. Ama diyelim ki iş için ya da başka bir şekilde yolunuz düştü, Luxembourg City içerisinde kalmanızı tavsiye ederim. Zira bunun haricinde kalacağınız her yer kasaba formatında olacaktır. Ya da yeşil bir arazinin üzerine konuşlanmış ve etrafında hiçbir şey olmayan bir otel olacaktır.
vay,para herşey değildir yani:))
YanıtlaSilülke dönem dönem nüfus olarak istanbul'a yetişecek kadar oluyor yani:)
bilgilendiğim iyi oldu eurovision yarışması da olmasa adını kim bilecek hı!
gitmem ben oraya:)
sevgiler
Pahalı bir yer zaten. Turistik olarak özellikle gitmeye gerek yok. Ama çevre ülkelere gidildiğinde, bi uğrayıp görülebilir. Sevgiler...
YanıtlaSilçok gidesim geldi, napcaz?
YanıtlaSil