Özellikle geçtiğimiz yılın sonlarından itibaren, bu yeni yılla birlikte bizi birçok değişimin beklediğinden bahsetmiştim. Dünya farklı bir frekansa yerleşirken, "altın çağ" dediğimiz bu süreçle birlikte dünya içinde yaşayan bizler ya bu değişme ayak uyduracaktık ya da değişimin kendisi olacaktık. Güzel ülkem Türkiye'de 31 Mayıs 2013 itibarı ile işte bu değişimin bizzat şahitleri olduk.
Özgürlüklerini korumak için sokağa dökülen halk, bu değişimin ta kendisi ve öncüsü olmayı seçti.İşte bu, artık hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağının işareti oldu. Sadece ülkemiz için değil, tüm dünya için geçerli bu. Artık hiçbir şey eski sistemde yürütüldüğü gibi yürüyemeyecek. İşte önümüzdeki 20 yıl boyunca dünya bu yeni enerji frekansına, yeni sisteme adapte olmaya çalışacak. Bizler de yeni liderlerimizi, yeni yönetim biçimlerimizi belirleyeceğiz bu adapte olma sürecinde.
Eskiden devlet büyükleri bir karar aldıklarında, bir yasa yürürlüğe soktuklarında kimsenin sesi çıkmazdı. Zira insanların yaşamları üzerinde hakim olan en önemli duygu "korku"' idi. Bugünkü yönetimler, hala bu eski sistemin bir parçası, yani korkutarak yönetmeye dayalı bir sistemler bütünü. Ama insanlar artık aynı insanlar değil. İnsanlar değişiyor. 10 yıl önce çocuk dediklerimiz şimdi büyüdüler ve birey oldular. Ve bu çocuklar çok farklı şekilde yetiştiler. Daha bebekken bile farklıydılar. Daha kural tanımaz, daha özgürlük yanlısıydı bu çocuklar. Daha korkusuzlardı. Şimdi büyüdüler ve korkusuzluklarını sokakta gösterdiler. Onları destekleyen ve artık korku ile yönetilmekten bıkan halk da onlarla birlikte kendini sokağa attı.
Velhasıl, halk özgürlüğüne sahip çıktı. Ama bundan sadece bu halkın özgürlüğü kısıtlanıyordu da o yüzden kendini sokağa attı gibi bir mesaj çıkartmak da doğru değil. Tabi bu da mesajın bir parçası, ama en önemlisi bu halk, özgürlüğün önündeki en büyük engel olan "korku" yu attı üzerinden. Bence en önemli mesaj buydu. Korkusuz bir şekilde yetişmiş gençlerin öncülüğünde korkusuz bir halk var artık. Özgürlüğün bu dünyadaki en büyük nimet olduğunun farkında bu halk. Ve buna sahip çıktı. Sahip çıkmaya da devam edecek, bundan eminim.
Peki ya sokağa çıkmayan ya da sokağa çıkanların karşısında duran halk?
Dünya'da hepimiz seçimlerimizle yaşıyoruz. Herkes her istediğini seçmekte özgür. Kimi mutluluğu seçer, kimi mutsuzluğu seçer. Kimi huysuzluğu, kimi güzel huyluluğu seçer mesela. Kimi cesareti, kimisi de korkuyu seçer. Kimi iyi olmayı, kimi kötü ve fesat olmayı seçer. Kimi neşeyi, kimi somurtkanlığı seçer. Kimi aydınlığı, kimi karanlığı seçer. Kimi sevgiyi, kimi nefreti seçer. Sevgiyi seçtimi insan bir kere, zaten o insan artık aydınlığı da, iyiliği de, neşeyi de seçmiş demektir. Nasıl ki nefreti seçiyorsa, karanlığı ve mutsuzluğu seçmiş demektir.
Nasıl ki bizler bunca yıldır korkunun ve nefretin himayesi altında yaşamayı seçmiş idiysek, bunu seçmeye devam edenler de olacak tabi ki. Nasıl ki bizler herşeyin daima varolan koşullara göre değişmesi gerektiğini düşünürken, tam tersine eskide kalmak isteyenler de olacaktır. İşte buradaki kritik nokta, iki tarafın da birbirine sonsuz saygı duyması ve birlikte huzur içinde yaşayabilmek.
Hepimiz aynı bütünün birer parçasıyken, ayrılığa, gayrılığa, kavgaya, dövüşe hiç gerek yok şüphesiz. Ben sürekli seyahat eden ve dünya'nın dört bir yanından çeşitli insanlarla iletişim halinde olan biri olarak şunu söyleyebilirim ki, Türkiye'de her zaman en çok sevdiğim ve bir parçası olmaktan gurur duyduğum şey, çok çeşitli yüzlere sahip olması ve bu yüzlerin yıllardır birlikte yaşaması... Birçok ülkeye baktığınızda adetler, gelenekler, alışkanlıklar, yaşam tarzları, hepsinin o ülkede tek tip olduğunu görürsünüz. Fakat Türkiye'de bu bambaşka. Batısında başka bir hayat, başka bir kültür, doğusunda başka, güneyinde, kuzeyinde bambaşka. İşte ben bu farklılıkların bir arada olmasından ve bunun bir parçası olmaktan çok keyif alıyorum.
Herkesin tek tip olduğu bir dünya ne kadar sıkıcı olurdu bir düşünsenize. Çoğu zaman konuşacak tartışacak bir şey bile bulamazdık. Ve büyük ihtimalle özgür de olamazdık aslında. Beynimize aşılanan tek tipin dışına çıkmaya korkardık. İşte bu yüzden dilerim ki hepimiz farklılıklarımızın kıymetini iyi biliriz. Karşımızdakini farklı olduğu için yadırgamak yerine, aslında bu farklılıkların bizleri özgür kıldığını, bizi biz yaptığınız unutmayız.
Özgürlükten bahsedip de Zülfü Livaneli'yi hatırlamamak olmaz. Özgürlüğümüzün peşine düştüğümüz bu günlerde dilimden düşmüyor yine şarkısı, Ey Özgürlük!
Özgürlüğümüzün daim olmasını ve keyifli bir haftasonu geçirmenizi dilerim!
Sevgiler...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder