Öyle bir melankoli haliyle
başladım ki 2015’e, şu satırı yazarken bile bir yandan kafamda deli düşünceler kol
geziyor. Yazayım da rahatlayayım tarzında sabit bir düşünce olsa kolay iş. Ama
öyle değil. Bildiğin jet hızıyla yüzlerce düşünce gelip geçiyor sürekli aklımdan.
Sanırım hepsi 2015 eksi 1981 işleminin
sonucunun 34 olduğunu fark etmemle başladı. Yeni yıla girerken yeni yaşıma da
hazırlık yapayım bari düşüncesiyle çıktı tabi bu işlem. Sonra da olan oldu. Sanırım
bir nevi 35 yaş sendromuna girdim. Çocukluk fotoğraflarıma bakıp bakıp ağlıyorum. Öyle böyle ağlamak değil hem de, hüngür hüngür. Tam olarak neye ağlıyorum belli değil. Geçip giden zamana mı, yaşlanıyor olmaya mı, yaşanmışlıklara mı yoksa yaşanamamışlıklara mı…bilmiyorum. Bir burukluk bir melankoli hali işte.
Aslında melankoli benim hayatımda hep vardı. Küçüklük fotoğraflarıma bakınca daha bir hatırladım. Hep bir hüzün vardı üzerimde çocukken bile. Mutsuzluk değil bu başka bir şey. En mutlu olduğum anlarda bile yaşanan bir “hüzün” bir “burukluk”. Şimdi gün geldi çattı 34 yaşıma geldim, hazır 35 yaş sendromuna da girmişken bu hüzün tarafımla yüzleşmeye koyuldum.
Küçükken yazın ortasında sandıktan
kazaklarımı çıkarır giymeye çalışırdım annem algılayamazdı. Bunu yapma
sebebimse kışı özlüyor olmamdı. Halbuki yazı çok severdim, sürekli denize girer
çıkmak bilmezdim (hala öyleyim) çok mutlu olurdum, ama bir şekilde kışı tamamen
geride bırakmış olmak beni hüzünlendirirdi, sanki kış bir daha hiç geri
gelmeyecekmiş gibi. Aynı şeyi kışın da yaz mevsimi için yapardım. Yazlık tişörtlerimi
çıkarır giyerdim anne ben yazı özledim diyerek.
Şimdi artık büyümüş olmanın farkındalığıyla
ne yazın kışı ne kışın yazı özleyip hüzünlenmiyorum. Ama bu sefer de farklı hüzünler
oluyor elbet. Yeni yılı karşıladığım yabancı ülkede kendi ülkemde olmadığım,
sevdiklerimden uzak olduğum için hüzünleniyorum mesela, ama dönünce de oradan
uzak olduğum için, oradaki sevdiklerimden uzak olduğum için... Sonra sorgular
halde buluyorum kendimi. Nereye, neye aitim ben diye. Yaza mı kışa mı? Oraya mı
buraya mı? Peki acaba bunun bir önemi var mı? İnsan illa bir yere ait olmak
zorunda mı? Belki zorunda değildir ama insan ait olma ihtiyacı duyuyor bir şekilde bir şeye bir yere. Belki de benim hayatım boyunca hüzün diye adlandırdığım şey, eksik, tamamlanmamış bir duygu. Ne aileme, ne doğup büyüdüğüm yere, ne ailemin geldiği yere, ne başka bir ülkeye, ne arkadaşlara, ne müziğe, ne yaptığım işe… hiçbirine hissetmediğim aidiyet duygusu. Hepsine olan sonsuz sevgimle kendimi hiçbirine tam olarak ait hissetmeyişimin arada kalmışlığı…
Evet arada kalmışlık… Yaz ile kış mevsiminin arasında, gece ile gündüzün arasında, aile ile sevgili arasında, iş ile aşkın arasında, gurbet ile sıla arasında, hep arada, her şey arada. Hiçbir şey tam değil o yüzden. Hep bir eksik. Hep bir yalnız. Hep bir melankoli…
Tam da Sabahattin Ali’nin dediği gibi;
Ne bir dost ne bir sevgili
Dünyadan uzak bir deli
Beni sarar melankoli
Sevgili Springoss,
YanıtlaSilHepimizde zaman zaman oluyor böyle duygusal med-cezirler. Burada psikolog edası ile laflar edip, sayfanı ve zamanını israf etmek istemem. Sadece, sanatçı yüreğinin fazlaca duyarlı olduğunu tahmin ediyorum. Bunu da zaman zaman harika yazılarına eklediğin şiir alıntılarından ve içten anlatımından anlıyorum. Sevgimle...
Ne güzel demişsin "sanatçı yüreğin"... Demek ki oradan bakınca da belli oluyor sanatçı ruhum. İsraf ne kelime, çok mutlu oldum bilakis. Yorumların ve yazıların benim için hep çok kıymetli sevgili begonvilli ev. Çok teşekkür ederim. Sevgiler...
YanıtlaSil