Oooof Offf!!
Farkettim de hiç of çekmemişim şimdiye kadar, yazdığım hiçbir mecrada. Halbuki ne güzel bir rahatlama enerjisi vardır her of çekmede. Adeta içindeki sıkıntılar çıkar gider dışarı. Of sesi oh sesine dönüşür bir sonraki aşamada.
Başlıktan yola çıkıp da şikayetçi olduğum sanılmasın. Şikayetçi değilim, bilakis, kadın olmayı çook seviyorum. Hatta bu dünyadaki sınavlarımın başında kadınlık kavramının geldiğini düşünüyorum. Böyle düşünmemde babaannemin adının İsmet, anneannemin adının Zeynep olmasının da bir etkisi var mıdır acaba? Saçmalık değil bence, elbette ki vardır!
Bu dünyadaki hiçbir şey tesadüf değil. Hayatımıza girip çıkan insanlar, akrabalar, anne, baba, eş, dost, kardeş, anneanne, babaanne, teyze, hala, amca, dayı...hiçbiri tesadüf değil. Hayatımıza giren herkesin, bir süre de olsa belli bir iletişim içinde bulunduğumuz herkesin aslında bu dünyaya gelme sebebimiz olan bazı dersleri almamızda belirli görevleri ya da rolleri var. Birileri geliyor gidiyor sonra diğerleri geliyor. Örneğin bir konuda bir dersi almamız gerekiyor ve buna yönelik bir insan giriyorsa hayatımıza, dersimizi almadığımız takdirde bir sonraki sefere yine o insan benzeri başka bir insan çıkıyor karşımıza. İşte o yüzden bazen ağlanıyoruz ya "ya beni de hep böyle insanlar mı bulur kardeşiiimmm!"
Seni onlar bulmuyor halbuki, sen öğrenmen gereken dersi almayıp değişime karşı direniyorsun aslında. Dolayısıyla hayat da karşına benzer sınavları çıkarıyor. Zaten hayat kademe kademe soruları değişen bir sınav değil mi ki?
Babaannesi İsmet, anneannesi Zeynep bir kadın olarak sanki hep bir tarafım erkek, bir tarafım kadın oldum hayatım boyunca. Babaannem hem görünüş hem karakter olarak(zaten isimden de belli) tam bir erkekti(Nurlar içinde yatsın). Anneannem ise tam bir prenses (Allah'ım ona daha nice yıllar ömür versin). Zaten Zeynep ismindeki kadınlar genellikle kadınlık enerjisi yüksek kadınlar olurlar.Velhasıl bu kadınlar benim bu dünyadaki gelişimimin rol modelleri oldular. Benim görevimse, ikisi arasında kalmış olan enerjiyi dengelemek oldu. Tabi ben bunları onca yollardan geçtikten sonraki bakış açımla bu şekilde yorumlayabiliyorum. Yoksa gençlik yıllarında birçok şey zaten otomatik olarak siz farkında olmadan gelişiyor.
Kadınlıkla ilgili sınavlarımı geçip dengeyi bulma yolunda ne çok yollardan geçtim bakıyorum da. Sosyal baskıların bilinçaltında yarattığı kalıplar, hayatıma girip çıkan insanlar ve en önemlisi hastalıklar. Tevekkeli değil daha 14 yaşındayken araştırma hastanesinin "kadın hastalıkları" servisinde tutuldum, hem de bir hafta! Daha küçücükken, kadın hastalıkları da ne ola ki!!! Henüz vajinamı bile tanımıyordum!
Dedim ya, hiçbir şey tesadüf değil. Puzzle'ın parçaları bir araya gelmeye başladıkça canlandırıyor insan büyük resmi kafasında. Şimdi ben de o yüzden birçok şeyin farkına varabiliyorum, daha açık bir gözle.
Son yıllarda içinde bulunduğum ruhsal çalışmalarla birlikte adım adım daha da aydınlatmaya çalışıyorum kendimi. Adım adım arınıyorum, bana hizmet etmeyen duygulardan, enerjilerden. Böylece dengemi buluyorum. Eminim ki daha çok yolum var, ömrüm ne kadarsa o yol da o kadar elbet. Ama bir yandan katettiğim de bir yol var çok şükür.
Arınıyorum dedim. Hem de çok. Her arınma birtakım sınavlarla birlikte geliyor. Ya da beraberinde geliyor. Özellikle son bir yıldır etrafımızdaki enerjiler inanılmaz hızlı bir arınma içerisine soktu, aslında hepimizi. Ben de bu enerjiden nasibimi aldım haliyle.
Taksim'de ayaklanan gezi hareketi ile birlikte ben de ayaklandım yazın başında. Duygularım da ayaklandı. öyle bir ışık vardı ki etrafta, o ışıkta olmayı istememek ne mümkün! Attım kendimi o ışığın içine. Nasıl bir duygu yoğunluğu vardı o ışığın içinde! Tatmayan, yaşamayan bilmez! Ben o süreçte kişisel anlamda da birçok deneyim yaşadım. Derin bir arınma yaşadığımı hissettim ruhsal anlamda. Bir yerlerde saklanıp kalmış olan nefret, kin, intikam benzeri duygular birdenbire yüzeye çıktı ve hepsini el sallayarak gönderdim. Kendimi sevginin ve barışın kollarına açtım.
Meğersem o nefretler, kinler kadınlığımı da bloke ediyormuş ya arkadaş! Nasıl bir güçlü arınmaysa o öyle, hemen akabinde şiddetli karın ağrıları vücudumu esir aldı. Üst üste çok fazla uçak yolculuğu yaptığım için ona yordum ilk başta. Ama ne mümkün, bir gün, iki gün, üç gün, beş gün derken geçmedi ağrılar! Daha da şiddetlendi hatta. Sonra kasıklarıma doğru sabit bir ağrı oturdu ve kaldı orada. Ayağımı yere basamaz oldum. Her zamanki gibi bu süreçte yalnızdım, ailem şehir dışındaydı. Ama zaten sınavlarımdan biri de bu olduğu için hiç garipsemedim. Ne zaman başıma bir şey gelse ya da ne bileyim biraz daha ihtiyaç hali gibi bir durumda olsam, genelde etrafımdaki insanlar kaybolur. Dediğim gibi, bu benim deneyimim zaten, o yüzden bunu ben sevgiyle kabul ediyorum. Hatta artık o kadar alıştım ki buna, aksini düşünmek çok tuhaf geliyor. Sanırım o yüzden ameliyatımı bile sessiz sedasız oldum.
Sancılar baktım dinmiyor, doktor yolu göründü. Karnım ağrıdığı için gastroloğa gittim. Doktor ilk başta çok rahattı, bişey yoktur gibisinden. Bi ultrason yapalım en azından dedi. Sonra yaptıkları ultrasonda yumurtalığımda görünen tarif edemedikleri bir cisim çıktı. Bunun üzerine doktor paniklemez mi! hemen kolonoskopi, endoskopi, kanser testi ve jinekolog muayenesi istedi. Olayın yumurtalıkta olduğunu anladığım için gastrologla bir işim kalmadığını o anda farketmiştim ben. Ama malum özel hastane, o panikle onlar her şeyi isteyecek. Doktora teşekkür ettim ve kendi jinekoloğumla konuyu görüşeceğimi söyledim ve tuttum kendi doktorumun yolunu. Sağolsun o rahatlattı içimi. Ama sancılar geçmedi. Geçer dedi geçmedi. Ne ultrasonda ne tomografide tam olarak ne olduğu belli olmadı. Öylece bir kitle duruyordu orda. Ağrılara daha fazla dayanamayacağım için hemen ameliyat etti beni doktorum. Sağolsun çok da rahat geçti operasyon ve sonrası. Operasyon sırasında ailem yanımdaydı, birkaç da arkadaşın haberi vardı. Ama tesadüf ki operasyon sonrasında etrafımdaki herkes ya hasta oldu, ya depresyona girdi, ya zaten unutmuştu falan filan. Yani herkes benden daha hastaydı. Hatta annem başı çekiyordu hastalar arasında :) Ama dedim ya, deneyim işte, sınavın parçası bu zaten, o yüzden hiç şaşırmadım hatta güldüm. Şükürler olsun ki en aciz halimde bile mutluyum ve kimseye muhtaç değilim diye binlerce kere şükrettim.
Meğerse içimdeki o cisim çikolata kisti diye bilinen endometriyozis miş. Yumurtalığın derin bir köşesine yapışmış kalmış belli etmemiş kendini. Ondanmış zaten o kadar çok sancı vermesi. Doktorumun dediğine göre ağrıya çok dayanıklıymışım (ki öyleyimdir zaten ayıptır söylemesi), bulunduğu yer itibarı ile dayanılmaz bir ağrı yapması lazımmış, çok zormuş o ağrıyla yaşamak. E ben de bir-iki hafta yaşayabildim epi topu zaten sonra tıpış tıpış ameliyat :)
Ameliyattan sonraki birkaç gün haliyle zor oluyor fakat benim için gayet rahattı çünkü ameliyat öncesi olan şiddetli zonklamalardan eser kalmamıştı. Yine de narkoz şu bu derken sarsılıyor insan tabi. Ama iyileşmeye başladığını hissettiğin an var ya, işte o an hiçbir şeye değişilmez. Çocuk gibi seviniyor insan. İşte o an yine bir arınma yaşadığımı ve yenilendiğimi hissettim. Yeni doğan bir çocuk gibi...
Patoloji sonucunun temiz çıkması ve doktorumun normal hayatıma devam edebileceğimi söylemesiyle, bugün o yenilenme hissinin verdiği sevinç ikiye katlandı. Defalarca şükrettim hala da şükrediyorum sağlıklı olduğum için. Bundan daha büyük bir zenginlik olamaz.
Türkiye gibi bir ülkede, tabularla, bilinçaltına işlenen sayısız hurafelerle, toplum baskısıyla, erkek baskısıyla büyüyen kadınlar olarak hiçbir kadının jinekolojik anlamda problemsiz olmasına imkan yok diye düşünüyorum. İşte bu yüzden kadın olmak zor. Çünkü birçok hastalık bilinçaltındaki kalıpların tepkimesiyle ortaya çıkıyor. Bir yandan da toplum tam manasıyla kadın olmana izin vermiyor. Bunun farkında olup, her daim kadınlığımızdan gurur duyup, herkes karşı dursa da kadınlığımızı evvela kendimiz yüceltip öncelikle zihnimizdeki "kadınlık" ile ilgili hurafeleri temizlemeliyiz. Ve en önemlisi "jinekolog" fobisini yenip düzenli kontrollerimizi yaptırmalıyız.
Sağlıklı günler dileğiyle...