5 Mayıs 2012 Cumartesi

Ortadoğu'nun Paris'i: Beyrut

İş icabı gittiğim şehirler arasına Beyrut da eklendi geçtiğimiz haftaki seyahatim sonrasında. Çok yorucu bir iş temposunun içerisinde pek gezip dolaşma imkanım olmasa da ufak tefek izlenimlerimi yazmak istiyorum.

En sevdiğim yazar olan Amin Maalouf'un doğduğu Lübnan şehri Beyrut. İç savaşın başladığı 1975 yılında Amin Maalouf gibi birçok kişi ülkeyi terketmiş. Şimdilerde ise toplam nüfusu 3 milyon olan Lübnan'ın 1.5 milyonluk nüfusu Beyrut'ta yaşıyor. Dünya'nın birçok yerinde şehir "Ortadoğu'nun Paris'i" olarak anlatılıyor. Aynı zamanda da tezatlıkların şehri...
15 yıl süren iç savaş sonrasında yeniden yapılanan bir şehir burası. Ayrıca 2006 yılında İsrail'in bombalamaları üzerine bir yara daha alınca hala hasarlı olan birçok binayı şehirde görmek mümkün. Tabi bu hasarlı binaları görünce ister istemez biraz tedirgin oluyor insan. Biraz da karamsarlık çöküyor sanki üzerine.

Hala hasarlı binalar olmasına rağmen, şehirdeki çoğu bina tamamen yenilenmiş durumda. Özellikle şehir merkezindeki binalar tarihi yapılarını koruyacak biçimde yenilenmeye çalışılmış. 

Tezat olma özelliği sadece Beyrut'a değil, genel olarak Lübnan'a has bir özellik aslında. İç savaş başlayana kadar ülkenin yarısı Hristiyan, yarısı Müslüman iken iç savaştan sonra oran Müslüman'ların nispeten çoğunluk olacağı şekilde değişmiş. Fakat diğer yandan, çoğunluk olarak görülen Müslümanlar da kendi içlerinde Sünni ve Şii olarak çeşitlilik gösteriyor.

Akdeniz şehri olması sebebiyle, insanları genellikle sıcakkanlı. Misafirperverlik bizdeki gibi denebilir. Hatta bazen abartı bile olabilir. Nasıl ki Sultanahmet'te dolaşırken hizmet edicem diye sıkboğaz ederler, burda şehir merkezinde de durum farklı değil. Hizmet etme aşkıyla yanıp tutuşan mekan sahipleri, biraz sıkıntı verebilir:)

İnsanı sıcakkanlı evet. Fakat biraz fazla tezcanlı. Yani öyle böyle değil, çok tezcanlı. Heleki benim gibi ağır aksak bir insanı biraz zorlayabiliyor bu tezcanlılık. Bu tezcanlılıktan olsa gerek, kural denen bir şey kesinlikle yok şehirde. Daha uçağa binerken ve uçaktan inerken bunu farkedebiliyorsunuz. Ben farkettim en azından :) Yani bana battı biraz da diyebilirim :)

Hani uçağa binerken, insanlar bir türlü eşyalarını yerleştiremediği için uzun koridorlar olur ya, hah işte, bu koridorlar Beyrut uçağında çok daha uzun sürüyor. Ayakkabılarını çıkartıp koltukların tepesine çıkan ve elindeki koca çantayı yukardaki küçücük dolaplara yerleştirmeye çalışan kadınlar görmek mümkün. Uçuş bitip, daha uçak yere inmeden kemerlerini çözüp bir telaşla ayağa kalkıp eşyalarını almaya çalışan ve hostesleri "lütfen yerlerinize oturun" diye defalarca bağırmak zorunda bırakan insanları da yine ilk defa Beyrut uçuşunda gördüğümde insanları hakkında az çok fikir sahibi oldum. Özet olarak, beni aşırı strese sokan insan grubu diyebilirim :) Ha iyiliklerine, misafirperverliklerine diyeceğim yok. Ama bu aşırı tezcanlılığa muhtemelen birkaç günden fazla dayanamam ben :)

Gelelim yeme içme mevzuuna. Yemekler gerçekten tam on numara. Et yemez bir insan olmama rağmen benim için bile yiyebilecek çok fazla şey vardı. Mezeler bizdekine çok benziyor. Fakat hepsi daha bir ekşi. Patlıcan salatası mesela onlarda da var ama daha ekşi. Bizdeki patlıcan salatasını tercih ederim. Fakat Humus çok güzel. Bizim yaptığımız humusla pek alakası yok, gerçekten çok güzel. Çeşit çeşit Lübnan yemeğini denememiz için Karam diye bir restorana götürdüler bizi. Downtown'da, sokak arasında bir yer ve hem yemekler hem servis dört dörtlük. Gidecek olanlara tavsiye ederim. Ayrıca restorandan çıktığınızda downtown'da yürüyüş yapabilir, sokak içerisindeki kafelerde oturup nargile içebilirsiniz. Ha bu arada, zeytinleri çok acı. Zeytin konusunda hiç tarafsız olamıcam malesef. Bizim zeytinlerimizden daha güzelini şimdiye kadar hiçbir yerde yemedim. Eğer denk gelir de yersem, özellikle büyük harflerle yazıcam zaten.

Bu arada gece hayatı çok meşhur Beyrut'un. Özellikle iki ülke arasında vize uygulaması da kalktığı için 1.5 saatlik uçuş mesafesindeki bu şehire haftasonu için bile gidip gelmek çok kolay. Hem Atatürk hem de Sabiha Gökçen havalimanından her gün karşılıklı birçok sefer düzenleniyor. Hatta bana sorarsanız sadece kısa bir haftasonu gezisi için gitmek daha mantıklı. Zira 2 günden sonra biraz sıkılabilirsiniz. Küçük bir yer olduğundan sebep heryerini gezip görmek için de 2 gün yeterli olur diye düşünüyorum. Velhasıl gezip görmek, birkaç günlüğüne vakit geçirip farklı bir deneyim yaşamak için güzel ve fiyat olarak da ekonomik bir şehir Beyrut. Ama şunu da aklınızda bulundurun ki, her an her şey olabilir bu yaralı şehirde...